Anlamsız…

•25 Ağu 2010 • Yorum Yapın

Bazen anlamsız geliyor öylece bakmak, bazen fark etmeden etrafta dolanıp durmak. Kendi kendine söylenmek, boş yere ağzında laflar gevelemek… Etrafından geçen kişilerin yürümelerini, anlamsızca ilerlemelerini izlemek… Boş bakışlarla bakınmak ve yatmak, uyumak… Anlamsız geliyor sessizliğe, sensizliğe bakmak…

Çıplaklar Kampı

•24 Ağu 2010 • Yorum Yapın

Bu adı her duyduğumda garipsiyorum… Onca kişinin çırıl çıplak soyunarak gittiği bir kamp mı? Aklıma ne mi geliyor bu adı her duyduğumda? İlk olarak yıllar önce izlediğim gençlik komedisi temalı Avrupa Muhabbeti isimli filmde Amerika’dan avrupaya gelen elemanların gittiği çıplaklar kampında bütün herkesin “aha kız!” diyerek bizim bayan karakterimizin peşine düşmesi… Kaldı ki burada Avrupa insanını Amerikan halkının nasıl gördüğü çok iyi yansıtılmıştır…

İkinci olarak küçükken Gönen’de gittiğim kaplıcalar…

Neyse, o kaplıcaları hatırlamak bile istemiyorum. Kaldı ki bu adı dün bazı arkadaşlarla bol geyikli bir ortamda tekrar ortaya attığımızda arkadaşın babası ile zamanında çıplaklar kampına gittiğini söylemesi ve diğer bir arkadaşın buna verdiği tepki görmeye değerdi.

Kediler şarkı söyler mi?

•23 Ağu 2010 • Yorum Yapın

Bu gün hep kedilerden gidiyorum; ama nedense aklıma geliyorlar sürekli… Küçükken çizgi filmlerde kedilerin dam üstlerinde, duvar tepelerinde, pencere altlarında şarkı söyledikleri tasvir edilirdi. Hatta amerikan çigi filmlerinde bu kediler bol bol ayakkabı, şişe gibi envai çeşit eşya ile hedef tahtası konumuna getirilirlerdi.

Ne var ki, ben henüz o yaşlardayken bu sunuma çok kaptırmıştım kendimi… Her döndüğüm köşede, gördüğüm her kedinin şarkı söyleyerek o cırtlak sesi ile insanları rahatsız etmesini beklerdim. Uyku tutmayan bazı gecelerde cama çıkıp bahçe duvarına doğru bakar ve oralarda bir kedi gördüğümü düşler, onun çirkin sesi ile şarkı söylemesini beklerdim.

Hasta olduğum bir gün gördüğüm o rüyayı ise hiç unutmam… Şarkı söyleyen ve gelip benimle konuşan bir kedi ile alakalı o rüya…

Peki bu kedilerin bu kadar kötü sesleri varmış gibi gösterilmesinin asıl sebebi nedir? Doğrusu hep merak ederim. Onların sesleri bu kadar sevecenken neden hep çizgi filmlerde rahatsız edici bulunur?

Kediler gerçekten de şarkı söyler mi? İşte bunu hep merak etmişimdir…

SON!

•23 Ağu 2010 • Yorum Yapın

Her şeyin bir sonu olduğu doğru, peki ya sonun bir sonu var mıdır? Hani o hep beklediğimiz son… Ne zaman son bulacak? Ne zaman bitecek sona dair olan bekleyişimiz? Bazen, bazı insanlar için son gelebiliyor; ama varlıkları halen bir şekilde, bir yerlerde devam etmiyor mu? Ruhları varlıklarını sonsuza kadar sürdürmüyor mu?

Son dediğimiz nedir? Nasıl olur? Nasıl katlanılır onu beklemeye?

Geçiyor yıllar…

•23 Ağu 2010 • Yorum Yapın

Takvimlerden haberin yok mu?

Geçiyor yıllar…

Bana küsmüş, yüzüme gülmez; zalim aynalar…

Kimimiz yorgun, kimimiz vurgun, kimi isyankar…

Acı gerçek bu; ömrümüz bir su, geçiyor yıllar…

Bu kadarda olmaz ki ama; insan akşam akşam kendisini bu kadar da türkülere kaptırır mı? Ne olacak bu işin sonu? Acı gerçek bu, ömrümüz bir su, geçiyor yıllar…

Vakit geç olmuş, dönülmez yolmuş; yürek bin pişman…

Tarihe bak hizaya gel…

•23 Ağu 2010 • 1 Yorum

Haziran 2009’dan beridir karalamıyormuşuz bu yırtık sayfalara… Oysa oldukça hoş bir blog açmışız ve karalamayıda bir o kadar severiz. O zaman biraz daha karalamaya başlayabilir miyiz?

Peki karalamak demişken… Zamanında feysbük’de bir grup açmıştık bu işlemi yerine getirmek için. O gruba da buradan ulaşabilirsiniz.

Orada, herkesin özgürce karalayabildiği o blogda şu şöyle demişiz;

Türkçe kuralları dahilinde özgürce karalayacağımız defterimiz…

Elin hastası yattığı yatağı karalarmış; biz ise defterimizi karalayalım ki yatağımız temiz kalsın diyerekten bu defteri açtık. Hatta defterin sayfalarından birkaç tanesini sizlere ayırdık.

Öyle boş boş bakmayın; karalamak sizin de hakkınız. Dilinizin el verdiğince karalayın. Ama Türkçenizi kötü de kullanmayın. Silgi devreye geçerse bu sefer pislenen yatağınız olur.

Sanırım böyle diyerekte en güzelini yapmışız. Yazdığım diğer bloglarımdan farklı olarak yazdığım yazılarla sayfalar dolusu doldurmayacağım bu blog’da sadece karalayacağım ve belki can ciğer, Majenta renkli dostumda benimle birlikte bu blog’da karalamaya devam eder.

Eh, sanırım bu blog sadece ikimizin başlıklar açabildiği bir karalama defteri… Ama bizim karalamalarımıza halen isteyen herkes eşlik edebilir. Aynı grupta olduğu gibi… Tek yapmanız gereken yorumlarla karalamak…

Çok mu karaladım ne?

Kendini yalayan kedi 2: Kendini yalayan insan!

•23 Ağu 2010 • Yorum Yapın

Bu seferki kedi ben oluyorum sanırım… Bütün gün uyumak istemiş, sonunda uyuma vaktini bulunca bir güzel, bir kaç saatlik uykusunu çekmiş, uyanmış ve tabiri caizse şimdi bir kedi gibi kendini yalayan, mamur gözlerle dünyaya bakan, sanki yapması gereken ne olduğunu hatırlayamazcasına etrafına bakınan insan…

Ben neyim? Bir kedi mi? Her istediğini yapamayan bir kedi miyim? Eğer öyleysem bir kedi gibi mi ses çıkarıyorum? Belkide kedilere göre biz miyavlıyoruz, onlar konuşuyorlar. Olabilir mi?

Miyavlıyor muyuz? O zaman bizim kedilerden farkımız ne? Fırt…

Ah, ben bir kedi miyim bunu böyle düşünen? Sanırım kahverengi bir kedi; insanlara farklı bir pencereden bakan. Dur bir yalanayımda kendime geleyim, sonrada her zamanki düşüncelerime döneyim; “bu insanlar ne kadar da salak!”

Dramatica: Bir belediye tiyatrosu… Perde 1: Babalarmızın Afişleri

•22 Haz 2009 • 1 Yorum

Elimden geldiğince sade almaya çalıştım pozu… Ne çevreyi de içine aldım, ne de altta yazan açık ismi aldım ki tam olarak neresi olduğunu kimse bilmesin. Evet, yandaki resimden bahsediyorum. Resimede Dramatica ismini koydum…

Bu bir belediye tiyatrosu… Ülkemizde sergilenen, her an her yerde görebileceğiniz inanması güç oyunlardan birisi… Devletin koskoca bir belediyesi nasıl olurda böyle bir oyun sergiler aklım almıyor doğrusu…

Belediyenin ismini vermiyorum, kimliğini açıklamıyorum; nitekim beni kişisel olarak tanıyanlar hangi belediye olduğunu da çok iyi tahmin ederler. Ama gördüğünüz afişi, o haliyle asan belediyeye, onun belediye başkanına bizzat oy vermiş bir vatandaşım ben… Tamam, belediyemiz çok büyük işler başardı ve beni bu güne kadar hiç mahçup etmedi; ama şu anda ilki yaşattı. Bir belediye nasıl olurda böyle bir hata yapar?

Dramatica adlı belediye tiyatrosu oyununu dinlediniz. Lütfen bizden ayrılmayın…

Dert Dinleyiciler: Hepsi birer Güzin Abla…

•22 Haz 2009 • 1 Yorum

İnsanlar her zaman günlük yaşantılarında karşılaştıkları, yaşadıkları dertlerini, sıkıntılarını birileri ile paylaşmak istemişlerdir. Ruhun en derin yerlerinden gelen ve kimi zaman onu titreştiren bu ihtiyacın kaynağı nedir bilinmez; ama dert anlatmak bazı insanlar için diğerlerinden daha da kolaydır. Hele ki onları dinleyecek bir Güzin Abla bulduklarında…

Abla dediğimiz kimse de oturur ve dinler hiç bıkmaksızın, yorulmaksızın? Peki ya bu Güzin Abla‘nın hiç derdi, tasası yok mudur? Sevgilisi yok mudur onu terk eden? Peki ya bu ablanın sevgilisi olan kişi, ablamızın o güne kadar karşılaştığı en dertli kişi midir? Bu kadar çok dert dinlemekten hoşlanan birisi, bir dert dinleyici derdi olmayan birini istemeyeceği gibi dert konusunda bir beden küçük birini bile kabul etmez, edemez tahminime göre…

Peki ya bu kişi nasıl Güzin Abla olur? Nasıl hayatını dert dinlemeye adar? Dünyada milyonlarca Güzin Abla diye niteleyebileceğimiz Dert Dinleyici varken gerçek bir Dert Dinleyiciyi, gerçek bir Güzin Ablayı nasıl bulacağız? Onu nasıl sahte benzerlerinden ayırıp derdimizi anlatacağız?

Bir diğer konuda insandaki dert anlatımı sonrasında yaşanan rahatlamanın, alınan tavsiyeler eşliğinde iki kat fazla olması… Nasıl bir şeydir bu dert? Nasıl olurda bir insanda seviye seviye artmakta ve anlattıkça azalmaktadır?

Bir ve bir kaç bilinmeyenli denklem…

Not: Buradaki Güzin Abla mecazi kullanılmış, Güzin Abla denilerek Dert Dinleyici insanlar kastedilmiştir.

Bir deliyim; ölümsüzlük pınarından su içen…

•21 Haz 2009 • 3 Yorum

“Oysa bir ağaç için umut vardır,

Kesilse, yeniden sürgün verir,

Eksilmez filizleri.

Kökü yerde kocasa,

Kütüğü toprakta ölse bile,

Su kokusu alır almaz filizlenir,

Bir fidan gibi dal budak salar.

İnsan ise ölüp yok olur,

Son soluğunun ve her şey biter.

Suyu akıp giden göl

Ya da kuruyan ırmak nasıl çöle dönerse,

İnsan da öyle, yatar, bir daha kalkmaz,

Gökler yok oluncaya dek uyanmaz,

Uyandırılmaz.”


Eyüp 14 – Kutsal Kitap

Peki ya uyanabilseydi? Uyandırılabilseydi?